“Gerçeklik, doğru olarak kabul ettiğimiz şeydir. Doğru kabul ettiğimiz, inandığımız şeydir… İnandığımız, neyi doğru kabul ettiğimizi belirler.”
Dünyayı tam olarak olduğu gibi görmeyiz, tüm deneyimlerimiz arzu ve korku süzgecinden geçerek gerçeklik dediğimiz yoruma yansır. Bu titreşen izdüşümün doğası, en azından Platon’un ünlü Mağara Alegorisi’nden bu yana insanın hayal gücünü cezbetmektedir.
Philip K. Dick, bir evrenin nasıl yaratılacağı üzerine düşünürken “gerçeklik, ona inanmayı bıraktığınızda, yok olmaz,” diye yazarken aslında hem haklı hem de haksızdı. Gerçeklik, bizim inançlarımız ile yaratılır. Bunun nedeni ise olay ve olguları isteyerek tezahür ettirmemize yarayan sihirli bir düşünme yöntemine sahip olmamız değil, bilişsel bilimin bize, dikkatimizi yönlendirme şeklimizin “gerçeklik” dediğimiz algılarımızı nasıl şekillendirdiğini göstermiş olmasıdır.
Eski bir moleküler biyolog iken Budist bir rahip olan Matthieu Ricard’ın ve Budist yetiştirilmiş astrofizikçi Trinh Thuan’ın The Quantum and the Lotus: A Journey to the Frontiers Where Science and Buddhism Meet (Kuantum ve Lotus: Bilim ve Budizmin Buluştuğu Sınırlara Yolculuk) kitabında tam da bunu inceliyor. Bilim ve felsefenin kesişme noktası üzerine zihinleri zorlayan diyaloglardan oluşan kitap, Einstein’ın Tagore’la yaptığı konuşmanın çağdaş bir karşılığı ve zaman, uzay, evrenin kökeni ve en önemlisi de gerçekliğin doğası üzerine en temel varsayımlarımızı darmadağın ediyor.
Gerçekliğin yorumlanmış doğasını açıklamak için Ricard, teorik fizikçi David Bohm’un (20 Aralık 1917 – 27 Ekim 1992) inançlarımızla deneyimlerimiz arasındaki etkileşimin mükemmel bir formülasyonunu sunduğu, 1977 Berkeley konferansından alıntı yapıyor:
“Gerçeklik, doğru olarak kabul ettiğimiz şeydir. Doğru kabul ettiğimiz, inandığımız şeydir… İnandığımız, algılarımıza dayanır. Algıladığımız, ne aradığımıza bağlıdır. Aradığımız, ne düşündüğümüze bağlıdır. Düşündüğümüz, ne algıladığımıza bağlıdır. Algıladığımız, neye inandığımızı belirler. İnandığımız, neyi doğru kabul ettiğimizi belirler. Doğru kabul ettiğimiz ise bizim gerçekliğimizdir.”
Ricard ekliyor:
“Enstrümanlarımız ne kadar kompleks, teorilerimiz ve hesaplamalarımız ne kadar karmaşık ve zor olursa olsun, en sonunda bizim gözlemlerimizi yorumlayan yine bilincimizdir. Bunu da söz konusu olaya dair sahip olduğu bilgi ve kavrayışa göre yapar. Bilincin işleme yöntemini, onun bir gözlem ile ilgili vardığı sonuçlardan ayırmak imkansızdır. Bir olgudan çıkardığımız bakış açıları, sadece nasıl gözlemlediğimizle değil, aynı zamanda söz konusu olguya yansıttığımız fikirlerle de belirlenir.”
Bu yazının orijinali Brain Pickings’de yayınlamıştır, orijinal yazıya buradan ulaşabilirsiniz.